‘Gelecek’ deyince; biyoteknoloji, nanoteknoloji, genetik, nörolojik gibi bilimlerin etkileyeceği, ‘bize görece daha uzak’ olarak algıladığımız konulara bile değinmeyeceğim. Önümüzdeki üç beş yılın öngörülebilenlerine dokunacağım. Sadece bugün bile dünyada saniyede üç milyona yakın e-posta gönderilmekte. Örneğin, 2020 yılında Internet’e bağlı cihazların sayısının 50 milyarlara ulaşacağı öngörüsü var. “Her yerle, neredeyse her şeyle ve hatta beynimizle bağlantılı bir dünyanın parçası olacağız”, demektir. Tüm evrenle 7×24 çevrimiçi bağlantı halinde olduğumuz bir hayatla baş etmeye çalışacağız. Büyük veri ve bilgiye erişim ve analizi en önemli rekabet avantajlarından olacak. Devletler ve toplumlar arası rekabet açısından da en büyük güç ‘canlı ve doğru bilgi’ye erişim ve bilgiye dayalı yönelimler olacak. En akıllı yaklaşım, metalaşan bilginin zenginliğinden anlamlı analiz ve yorumlar çıkararak, fayda ve değere çevirebilmek olacaktır.
Hali hazırda dünyadaki veri hacminin 2.8 ZB (Zetabyte) büyüklüğünde olduğu tahmin ediliyor.
Dijital dünyanın, günümüzden 2020’ye değin her iki senede bir, iki katı büyüklüğe ulaşacağı düşünülüyor. Sadece sağlık sektörünin büyük veri sayesinde yaratacağı gelir miktarının 2020’lerde 300 milyar dolarları bulacağından söz edilmekte. Bunun yarıdan fazlası klinik veri ve karar destek sistemlerinden elde edilecek gibi. Büyük Veri projeleri sonucu örneğin John Deere, devreye aldığı stok kontrol sistemleriyle 1 milyar dolar; Coca-Cola ise yıllık kamyon güzergâh düzenleme sistemleri ile 50 milyon dolar tasarruf sağlamış durumda. Standart dışı bilgiyi yaratabilenler ve bu bilgiyi farklılaştıranlar, kazançlı çıkacak.
Geleceğe şekil verecek eğilimlerden biri de, ‘nakitsiz toplum’.
Mobil temelli sistemler ve esnek takas araçları önemli rol oynayacak. Datajack.com tarafından yapılan bir araştırma, insanların neredeyse yarısının günde ortalama 10 mobil uygulama indirdiğine dikkat çekmekte. 2015 itibarı ile mobil uygulamalar pazarından 39,7 milyar dolarlık gelir elde edilebileceği düşünülmekte.
Sahip olmak yerine, ‘erişmek’ esaslı bir dünyaya geçiş söz konusu.
İhtiyacımız olanı, ihtiyacımız olduğu süre kadar kullanacağımız bir dünyaya geçtik bile. Özünde, bildiğimiz ‘kiralama’ modeli olan bu dünyada, IDC verilerine göre 2016 itibarı ile, paket yazılımların %14,9’u ‘hizmet olarak yazılım’ (SaaS) sektörüne ait olacak. Aynı dönemde, uygulamaların %17,3’üne de bulut üzerinden erişiliyor olacak.
İstesek de istemesek de, şimdilik cep telefonu ile; gelecekte mikro, insana entegre cihazlarla tamamıyle izlenebilir olacağız. Her ne kadar bu dünya, ‘kişisel haklar’a saldırı açısından rahatsız edici olsa da; sağlık, finansal hizmetler, güvenlik ve sosyal ağlarda yepyeni uygulamaların gelişmesine olanak tanıyacak. SAP tarafından 50’nin üzerinde ülkede faaliyet gösteren 250’nin üzerinde kuruluşla yapılan anket sonuçlarına göre, 2015 itibarıyle bu kuruluşların cirolarının %5’i makinalar arası iletişimden (M2M) temin edilecek ve sadece mobil operatörler için 65 milyar dolarlık bir paya tekabül edecek. Ulaşım ve lojistik, altyapı hizmetleri, otomotiv ve finansal hizmetler başı çekecek. Öte yandan, yaygınlaşan akıllı sayaçlar ve izleme hizmetleri, dinamik fiyatlandırmaya geçişi kolaylaştıracak.
Dünya böylesi bir noktaya doğru son sürat ilerlerken, biz geleneksel yapıda işleyen Bilgi Teknolojileri yönetimi ile ne kadar mesafe kat edebiliriz? Tüm gelişmeler gösteriyor ki, canlı bilgiye erişimi ve bu bilginin kuruluşa rekabet avantajı getirecek bir değer haline sunulmasını sağlayabilecek Bilgi Teknolojileri Yönetimi’ne geçiş şart. Bilgi Teknolojilerinin bu geçişini belki de “Hayalgücü bilgiden daha önemlidir” diyen Albert Einstein’ın izinden gitmekle başlatabiliriz.
İşe şu soruyla başlayabiliriz: ‘Bilgi teknolojilerinin ‘iş’e sağladığı değer nasıl artırılabilir?’.
Her şeyden önce, Bilgi Teknolojileri Yönetimi’nin, işe katacağı değeri yenilikçi fikirler geliştirme kabiliyeti ile artırması; ardından projeleri hızlı hayata geçirebilme becerisini kazanması gerekecek ki, kendi dönüşümünü başlatabilsin.
Yayın: OPTİMİST Eylül 2014