Günümüzde değişimi, günlük hayattan ayrıştırılmış bir olgu olarak düşünmek mümkün değil.

Değişim hayatın bilfiil kendisi. Küreselleşme, teknolojik gelişmeler ve yenileşim (inovasyon), değişimin ana tetikleyicileri. Ekonomik ve politik gündem; artan rekabet, düşen kâr marjları; demografik dönüşüm; kentleşme; mevzuat ve kanun değişiklikleri; kaynaklarda (enerji, su başta olmak üzere) yaşanan kısıtlar gibi birçok faktör iş dünyasını ve hayatımızı sürekli ve derinden etkilemekte.

Sınırların ötesine geçmek ve farklı davranmak için bir değişimin tetiklenmesi gerekir.

Örneğin para kazanamama, yeni müşteriler edinememe, yatırımdan geri dönüş alamama, operasyonel sorunlar, verimsizlik, müşteri ya da çalışan tatmininde yaşanan sıkıntılar gibi daha sayılabilecek birçok memnuniyetsizlik durumu söz konusu olabilir. Rekabet atakları, mevzuatın getirdiği zorunluluklar, işlerin bloke olması gibi ciddi risk ve tehditlerle de karşılaşılabilir. Ya da işletme, yetkinliklerini yeterince değerlendiremediğini hissediyor olabilir. Mesela, satış gücü kuvvetli, ama ürünler bir türlü tutmuyor; operasyonlar fazla maliyetli işliyor; ciro yüksek, ancak kârlılık tatmin edici değil gibi konulardan muzdarip olabilir. Öte yandan yeni ve niş pazarlar, büyüme potansiyeli yüksek pazarlar, yeni teknolojiler gibi birçok fırsat sahası da ön görülebilir. Hayatta kalma ve sürdürülebilirlik mücadelesinde, kuruluşlar, konsolidasyon, yeniden yapılanma, stratejik iş birlikleri, modernizasyon, sanal kuruluşlar, yenileşim, birleşme ve satın almalar, yatırımcı arayışları, gibi formülleri denemekte. Kimi başarıyla yoluna devam etmekte, kimi ise oyundan düşmekte.

Şirketlerin stratejilerinde yaptığı bir değişiklik, iş modellerindeki farklılık, ürün ya da hizmetlerine getirdiği yenilik, pazar koşullarına uyum amacıyla gerçekleştirdiği operasyonel güncellemeler… hepsi, ama hepsi, özünde, ‘dönüşümün’ habercisidir. Stratejilerdeki değişiklikler sistemin tümünde değişiklik gerektirir. Aynı şekilde birleşme ya da satın alma, yeni pazarlara girme, küçülme gibi yeni durumlar da köklü dönüşüm anlamı taşır.

Değişim ihtiyacını ön görebilmek, başlı başına bir yetidir.

Bir işletmenin, performans, geri bildirim ve kıyaslama sistemleri ne kadar aktifse, antenleri de o denli açık olacaktır. İşletme saha, çalışanlar, pazara dokunan sinir uçlarıyla ve gerçeklerle ne kadar bağlantılı ise; pazar eğilimlerini ve müşteri gereksinimlerini ne kadar hissedebiliyorsa, o denli çevik ve değişimle barışık demektir.

Dönüşüm yolculuğunu, işletmede A durumundan B durumuna geçiş dönemi olarak tanımlamak mümkün.

Bu geçiş, alışılagelen davranış ve yaklaşımlardan çıkılması gerektiğinin göstergesidir. Değişimin yönetilmesi ise, ‘kalıcı bir değişim sağlayabilmek için bu geçiş döneminin yapılandırılması ve koordine edilmesi’ şeklinde tanımlanabilir.

Süreçler, sistemler, organizasyonel yapılar veya rol ve sorumluluklarda yaşanacak herhangi bir değişikliğin hem ‘teknik’, hem de ‘insan’ boyutu vardır. İşin hem teknik, hem de insan boyutunu yönetebilmek için bir yandan ‘değişim yönetimi’ne bir yandan da ‘proje yönetimi’ne gereksinim vardır. Değişim Yönetimi disiplini, işin insan yönetimi boyutunu yönlendirmede gerekli araçları, teknikleri ve süreçleri sağlar. Bireylerin ve ekiplerin değişime uyum sağlamasında hazırlanmaları, donatılmaları ve desteklenmelerine dair rehberlik eden bir disiplindir. Dönüşüm, davranış bilimleri bilgi ve uygulamalarının geniş kapsamda ele alındığı Kurumsal Gelişimin ana konusudur.

Haziran 2019