Siz hiç çok iyi plan ve bütçe hazırlayan, örgütleyen, istihdam eden, işleyişi sağlayan, kontrol eden, problem çözen, maliyet ve parayı yöneten yöneticilerle karşılaştınız mı? Muhtemelen, iki elin parmaklarından daha fazla kişiyi bir çırpıda sayarsınız. Hele bir de dürüst ve güvenilirlerse, kuruluşları teslim edeceğiniz yöneticiler işte bu ‘teknokratlardır’… denebilir mi? İşletmelerin mutlaka böylesi uzmanlara ve yöneticilere gereksinimi var.

Peki, aynı kişiler, sadece sistemlere ve işleyişe dokunarak, kuruluşları geleceğe taşıyabilir mi? Belki, gelecek için kuruluşa yön çizebilirler. Peki, ‘insanları’ bu yöne doğru hedef birliğiyle kenetleyebilirler mi? Onların ait olduklarını hissedecekleri bir güven ortamını geliştirebilirler mi? İnsanları gerçek anlamda dinleyip, beklentilerini algılayabilierler mi? Hedefe ulaşabilmek için insanların el birliğini, zihin ve gönül birliğini sağlayabilirler mi? Onlara öğrenme ve kendilerini geliştirme fırsatları sunabilirler mi? İşlerini daha da iyi yapmaları için gerekli motivasyonu oluşturabilirler mi?…

“Yönetici olmak, lider de olabilmek” anlamı taşımaz. Zira, en az iş, işleyiş ve sonuç üretmek kadar, ‘insan’a dokunmak, onunla ilgilenmek ve uğraşmaktan bahsediyoruz. Liderlik, görünmez bir güçtür. Fiziksel olarak görmediğiniz durumda dahi, etkisini hissedersiniz. Kendisini, ortamda, ilişkilerde ve sistemde hissettirir. Gerek çalışanlar, gerek iş ortakları ve tedarikçiler, gerekse müşteriler olsun; her cephede ‘insan’lara dokunurlar. Pazar bilgisi, iş geliştirme önerileri, yeni iş fikirlerini alır ve değerlendirirler; ama bolca da verirler. Gerçek bir lideri, insanları dinlerken; kişiliklerine saygıyla yaklaşıp, değer verirken; onlara rehberlik ederken görürsünüz. Yani ‘olumlu’ ve ‘iyi hissettiren’ dokunuşlarda bulunurlar.

Bulunduğu ortamda müthiş etkiler bırakan farklı kişilikler de vardır elbette. İnsanların sabırlarını sınayan, kişiliklerini bastıran, özgüvenlerini çiğneyen, baskı ve korku yayarak sonuçlar elde eden kişiler mutlaka ki çokça var. Dikkat edin! Asla ‘yönetici ya da lider’ tanımını  kullanmadım. Bu tür olumsuz etkiler bırakan kişilere, ünvan ya da statü itibarı ile saygı duyulabilir, hatta itaat de edilebilir. Uzunca bir süre birlikte yaşanabilir de. Ancak, ‘gelişim’, ‘olumlu’luk ve ‘güven’ ortamında mümkündür. Gerek insanların, gerekse kuruluşların böylesi kişilerle ne denli lerleyebildiğini iyi irdelemek gerekir.

Liderliğin gelişimi, mevcut eğitim sistemimizde pek mümkün değil. Genellikle, insanlar, kişilik özelliklerinde barındırırlar. Aile ve çevre, kişilik özelliklerini bastırma ya da güçlendirme anlamında önemli etkiye sahiptir. Hayatla yoğrulma, (iş) ortamında elde edilen fırsatlar ve gelişim ortamı ile yerini bulabilir. Özellikle geliştirme çabasına girilirse, önemli mesafeler kat edilebilir. Ancak, özünde beşerî ve sosyal becerileri güçlü olanlar, her durumda daha fazla ‘olumlu etki’ bırakabilirler. Böyle kişilerin, kendileri, tutum ve ilişkileri ile ilgili farkındalıkları yüksektir. Karşılarındaki kişileri önemserler ve anlamaya çalışırlar. Böylece, iletişim zemini oluşturabilirler ve bağ kurabilirler. Hiç gözünüzün içine kadar bakıp da, birşey görmediğini hissettiğiniz insanlar oldu mu? Bağı kuramayan, sadece kendi zihniyle size bakan…  ‘Çoookkkk!’’ dediğinizi duyar gibiyim. Onlar, özünde duygusal bağ kurma yetisi düşük olup, salt sonradan geliştirme yöntemlerini benimsemiş kişilerdir işte.

‘Stratejik liderler’, kuruluşların geleceklerini tasarlar; ‘dönüşümcü liderler’ bugünle gelecek arasındaki köprüleri inşa eder. Özünde, tüm liderlerin ‘etik’ davranması beklenir.

Ancak, insanları geleceğe taşıyabilmek, duygusal bağları kurabilen liderlerle mümkün. Fark yaratabilenler de onlardır!

Üzerinizde gerçek anlamda ‘etki’ bıraktığını anımsadığınız kişileri bir alt alta yazın. Sanırım bir, bilemediniz en çok iki elin parmaklarını geçmez. Şimdi de, bu kişilerin size, ya da diğer insanlara nasıl ‘dokunduğunu’ bir düşünün! Yani nasıl iletişim kurduğuna bakın! Düşünün bakalım; en az düşünce ve mantık kadar, hatta ziyadesiyle; ideallere, değerlere, duygulara, gönüllere, ruha mı hitap etmişler?

‘Duygusal Zekâ’ kavramı, Leuner, B. ve Gardner, H. gibi psikologlar tarafından 1980’lerde ortaya kondu; Payne, W.’ın (1985) doktora teziyle güçlendi; 1995 yılında Goleman, D. tarafından yönetim biliminin gündemine yerleştirildi.

Yayın: KOBİ-EFOR Mart 2012