Değişim, gidene ‘hoşça kal!’, gelene, ‘hoş geldin!’ diyebilmektir.

Kuruluşlarda ‘başarı’ oldukça muğlak ve tutarsız bir kavram olarak karşımıza çıkıyor. ‘Bu iş yerinde başarı nedir, nasıl tanımlanır?’ sorusunun yanıtı, genelde bireysel deneyim ve çıkarımlara bırakılıyor. Kişilerin davranışları; yöneticilerin neyi değerli bulup, neyi ödüllendirdiği; kimlerin terfi alıp, kimlerin gittiği; sonuç kadar çabanın da, değerlendirilip değerlendirilmediği; değerlerin ve etiğin duvar yazılarında kalıp kalmadığı; bireysel mi, ekip başarısının mı tercih edildiği; bilgi ve deneyimin önemsenip önemsenmediği gibi onlarca izlenime dayandırılan varsayımlar halini alıyor.

Başarıyı açıkça tanımlamadan yola çıkmak, pusulasız yolculuk gibi. Herkesin bir ucundan tutup, bir yana çekiştirdiği, yırtılmaya aday bir çarşaf gibi. Başarı, yöneticilerin yorumunda, bireylerin hissiyatında kalınca, ‘değişim’ gereğini algılamak da zorlaşıyor. Zaten değişime ikna olmak, kabullenmek başlı başına zor!

Geleceğin, yeninin, farklının belirsizliği ciddi huzursuzluk nedeni olabiliyor.

İnsanlar, ne kazanıp, ne kaybedeceklerini anlamaya çalışıyor. Yeni durumda eksik görüneceklerini farz edebiliyorlar. Bilinç-altları ve iç sesleri kemirmeye başlıyor. Kimisi, ‘yine bana iş çıkacak’, ‘beni çalıştırıp sonunda başkalarını işin başına getirecekler’, ‘benim emeklerime yazık olacak’, ‘takdir görmeyeceğim’, ‘başarabilecek miyim?’ ve hatta ‘boşu boşuna uğraşacağız’… kaygılarıyla baş etmeye çalışırken, diğerleri ‘yeni bir nefes olarak’ görebiliyor.

Aslında değişim herkes açısından kaygı ve endişeleri beraberinde getirmekte.

Değişim, gidene ‘hoşça kal!’, gelene, ‘hoş geldin!’ diyebilmektir. Giden varsa, kayıp vardır: aşina olduklarımız, ilişkilerimiz, arkadaşlıklarımız, belki kişilik ve değerlerimiz, egomuz, inançlarımız, güven ya da bağımsızlık duygumuz, gücümüz, konumumuz, uzmanlığımız, söz hakkımız, etki sahamız, sorumluluklarımız, sosyal statümüz, itibarımız, iş ve gelir kaybımız… söz konusu olabilecektir. Geleceğin artılarını ve olumlu yönlerini ortaya koymadan, herkesin değişime kucak açmasını, ‘merhaba, hoş geldin!’ demesini beklemek büyük yanılgı olur.

Kayıp varsa, insanların ruh hali alt üst olur, dengelerini (muvazene) kaybederler.

Endişe, korku, huzursuzluk, kızgınlık, dargınlık, inançsızlık, anlam kaybı, motivasyon düşüşü içinde çırpınmaya başlarlar. Kendilerinden ve yapabilirliklerinden şüphe duymaya, güvensizliğe varan bir mücadelenin içine girerler.

İnsanların iç dünyaları içindeki travmatik durumu, sağlıklı ve dengeli olarak dışa vurmalarını beklemek adaletsiz olur. Kimi açıkça direnç gösterir: çözülecek sorunlara ve hedeflere muhalefet edebilir, kendi yöntemlerini dayatabilir, her şeye sadece ‘hayır’ diyebilir, tartışma ve münakaşalara yol açabilir. Kimisi gizli direnç gösterir: ‘Evet’ deyip, tersini yapabilir, yarım gönülle enerji harcayabilir, ‘iş yavaşlatma’ yoluna gidebilir, çalışmak için yeni ve makul yol şansı tanımayabilir. Kimi ise daha ince bir yolu tercih eder: Ne ‘teklif’ edildiğini duymazdan gelecek, ne ‘söylendiğini’ anlamayacak, problemleri ‘fark etmeyecek’, yeni metodları veya prosedürleri kullanmayı ‘unutuverecektir!’. Direncin dışavurumuna odaklanıp bastırmaya çalışmak, büyük yanılgı olacaktır. Sorun derinde, duygulardadır zira. Duyguları yok saymak, onları ancak bir süreliğine bastırabilecektir.

Nihaî olarak olumlu bir tepki ya da kazanca dönüşmesi için köprülerin kurulabilmesi şart. 

Yayın: OPTİMİST Mayıs 2013